1 Temmuz 2016 Cuma

FARELER VE İNSANLAR

Ey insanlar, ey insanlık, ey karakter, ey akıl, ey vicdan… Nerelerdesiniz? Hasretinizden prangalar eskiten bu fukara insanlığa bir görünün de şaşkın, yıpranmış, harabe ve yorgun dünya biraz sevinsin…
Geçenlerde bir arkadaşım, 25 yıllık bir arkadaşımla ilgili birtakım dedikodulardan söz etti. Ben de dedim ki, “o adamı 25 yıldır tanırım. Bir gram haksızlık, hukuksuzluk yapmaz. Allahım özür diliyorum ama bunları söyleyenler Müslüman da olamaz, insan da olamaz…” Hani diyorlar ya “dünyanın nüfusu artıyor ama insan sayısı azalıyor.” Durum aynen böyle işte…
Yine birisi vakti zamanında bir arkadaş ortamına geldi, gözümün içine baka baka ve pervasızca yalanlarını sıraladı ve çekti gitti… Baştan ayağa yalan!
İnsani açıdan baksanız yalan kimlerin özelliği belli; hukuki açıdan baksanız karşılığı belli; inanç açısından baksanız yalan Allahın düşman olduğu bir fiil…
İnsan hayret bile edemiyor… Gerçekten insan sayısı azalıyor…
***
Max Weber’in Şehir isimli kitabının girişinde şehirde yaşayan insanlar ve karakterleri birtakım hayvanlarla eşleştirilmiş ve karakterize edilmiş. Mesela aslan var, kurt var ama çakal da var…
Güvercin, serçe, bülbül var ama onun yanında, leş yiyiciler ve kargalar da var…
Köstebekler, bukalemunlar vs.
***
İnsan hayatı da böyle… Her tür insan var… Yaşadığınız süre içinde her türlüsüyle karşılaşabiliyorsunuz. Bu hayatın olağan akışı…
Kısacık bir hayat yolculuğunda yaşadıkça hep yeni türler keşfediyorsunuz…
Veya ne bileyim, bakış açınız mı genişliyor? Bir şeyler değişiyor işte…
Ünvan, eğitim, gelir, cinsiyet fark etmiyor… Hayat yolunda ilerledikçe birçok ilginçlikler keşfediyor, insanlar hakkında garip şeyler düşünmeye başlıyorsunuz:
“İnsan mı, değil mi”, “Acaba düşünebiliyor mu?”, “Acaba bir vicdan veya kalp taşıyor mu?”, “Acaba ahiret, vebal, hesap gibi düşünceleri var mı?”, “Hesap gününe kesin inanmıyor, inansa bu kadar sahtekarlığı, yalancılığı, düzenbazlığı yapmaz” diyorsunuz vs.
Cemil Meriç ne muhteşem ifade etmiş: Bu cesetlerin göğsünde bir kalp çarpmıyor…
***
Konuya dönersek;
Hayvan insan karşılaştırmalarında garip denkleştirmeler ve özellikler karşınıza çıkabiliyor.
“Ne yaparsan yap. Yengeç yengeçtir. Doğru yürümez…” diye bir cümleye rastlıyorsunuz…
Evet, yengeç doğru yürümüyor…
Evet, fino kendisini ispat etmek ve şirin görünmek için sürekli havlıyor, kuyruk sallıyor…
Evet, fare acaba etrafa saçılanlardan bir nimet kapar mıyım diye kuyruğunu sağa sola yıkarak karanlık yuvasının kapısında zavallıca ve çaresizce bekliyor…
Ve evet akrep, sürekli olarak zehrini akıtmak için fırsatlar üretiyor, fırsatlar kolluyor…
Bir de kurbağayla ilgili ilginç bir tivite rastladım geçenlerde Twitter’da https://twitter.com/… Bol bol öpülmüş bir kurbağa resminin altında şu yazıyordu:
Olmuyorsa zorlama… Ne kadar öpersen öp, prense dönüşmeyecek…”
Gerçekten de kurbağanın prense dönüşmesi sadece masallarda. Ne kadar insanca yaklaşırsan yaklaş, ne kadar sevgi gösterirsen göster, ne kadar iyi davranırsan davran hepsi boş… Kurbağa, kurbağadır…
Bir de domuz var, kirlendikçe mutlu olan… Onunla ilgili enfes bir yazıyı da Ali Yaşar Sarıbay’dan okuyabilirsiniz: https://toplumsalfikriyat.wordpress.com/2016/01/11/domuzla-guresmek/
***
Hayvan insan eşleşmelerinde, tabii ki hayvanlar kusura bakmasın ama kadim insanlık geleneğidir bu, hayvanların bazı özelliklerinden dolayı bazıları öne çıkıyor bazıları da tiksindirici ya da ürkütücü bulunabiliyor…
Mesela insanlar;
Çakal olarak değil, aslan olarak anılmak istiyor;
Karga olarak değil, bülbül olarak anılmak istiyor…
Demek ki, hayvanların karakterize ettiği nitelikler önemli görülüyor…
***
Güzel insanları anlatan güzel hayvanlar… Sizin varlığınız ayrı bir güzellik… Ama kötü insanları anlatan hayvanlar, ya siz olmasanız ne yapardık, derdini nasıl anlatabilirdi insanlar?
İyi ki varsınız…
***
Yediği, içtiği, söylediği, yaptığı yalan…
Kendi yalan…
Varlığı yalan…
Menfaatleri doğrultusunda sürekli kıble değiştiren yalan insanlardan uzak olmak dileğiyle…
***
Kötüler her yerde kazanabiliyor, başarılı da olabiliyor… Ama iyilerin, doğruların kazandığı tek yer var ki, o da her şeye bedel…
Şayet inanıyorsanız, o yüce mahkeme herkesi bekliyor… Muazzam bir terapi, o güne inanmak…
Nasıl olsa, bu hayatta kimse sonsuz değil…
Ölüme mahkum bütün can taşıyanlar…
Herkesi kandıranlar, mizansenlerle, yalan-dolanlarla işlerini yürütenler… Orada hiçbir sahtekarlık sökmeyecek… İngilizler ne güzel sözcük kullanmışlar o gün için: Judgement Day.
Yargılanma günü, kıyamet günü…
***
Herkes karakterinin gereğini yapar!
Mevlana “Ey haince kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun” demiş.
Mevlana coğrafyasındayız… Bütün “insan suretinde” yaratılanlara elbette insanca davranmak zorundayız, iyiliği keşfedenler olarak iyiliğe iyilik, hatta kötülüğe de iyilik yapmak zorundayız… İnsanlık dışı davranışlar, sahibini ilgilendirir…
Hacı Bektaş Veli’nin muhteşem ihtarını da unutmayalım: İncinsen de incitme!
Herkes kendi yolunda…
İlber Ortaylı’nın dediği rivayet edilir:
“Her canlı ölümü tadacaktır” ayeti, mezarlıkların kapısına değil çalışma odalarının önüne ve koltukların üstüne yazılmalıdır…
Eyvallah…
Her daim insana rastlamanız dileğiyle…